DUYULMAYAN SESLERHAYATA DAİRYAŞAM

Bu Gürültünün Ortasında Kendi Sesini Bulmak Mümkün Mü?

Merhaba,

Bu köşeyi ilk açtığımda aklımda ne çok şey vardı. Okuduğum kitaplardan damıttığım keyfi, izlediğim bir filmin bende bıraktığı o tatlı hissi, belki yeni denediğim bir kahvenin kokusunu paylaşmak… Kısacası, hayatın içinde küçük mutluluk kırıntıları bulup onları çoğaltmak, belki size de bulaştırmak istedim. Ama son zamanlarda klavyenin başına her oturduğumda, parmaklarım hep iç karartıcı, boğucu konulara gidiyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Anlaşılan o ki bir süre daha dertleşeceğiz. Çünkü her şey o kadar anlamsız geliyor ki…

Her sabah gözümüzü yeni bir felakete açıyoruz. Dünyanın bir ucunda bombalar patlıyor, insanlar evlerinden, yurtlarından oluyor. Sosyal medyada gördüğümüz bir fotoğraf, bir video anlık olarak içimizi yakıp geçiyor. Sonra ne mi oluyor? Hiç. Hayata devam etmemiz bekleniyor. O sırada sunumunu hazırlaman, toplantına girmen, akşam ne yemek yapacağını düşünmen gerekiyor.

Peki bu nasıl mümkün? Dünyanın dört bir yanında insanlar hayatta kalma mücadelesi verirken, bizler nasıl olur da terfi almayı, daha iyi bir arabaya binmeyi ya da yeni bir ev almayı hayal edebiliriz? Bu hedefler, bu küresel acıların yanında o kadar küçük, o kadar bencilce kalıyor ki… İnsan kendine “Ben ne yapıyorum?” diye sormadan edemiyor. Eğitime, kariyere, bir yuva kurmaya odaklanmak, sanki etrafımızdaki yangını görmezden gelip kendi küçük ocağımızı tüttürmeye çalışmak gibi geliyor. Ve bu, insanın vicdanına ağır bir yük bindiriyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye’de milyonlarca genç YKS’ye girdi. Aylarca, hatta yıllarca dirsek çürüten, uykusundan, sosyalliğinden feragat eden pırıl pırıl çocuklar… Tek hedefleri vardı: İyi bir üniversite kazanıp kendilerine daha iyi bir gelecek kurmak. Ama bir düşünelim. Bu çocuklar neyin içinde hazırlandılar bu sınava?

Bir yandan dershaneye giderken, yolda telefonlarından Gazze’den gelen son haberlere baktılar. Evde ders çalışırken, ailelerinin artan faturalar ve geçim derdi üzerine konuştuklarına kulak misafiri oldular. Arkadaşlarıyla iki lafın belini kıracakken, ülkedeki siyasi gerilimlerin ve baskının yarattığı boğucu atmosferi soludular. Bütün bu psikolojik bombardıman altında bir gencin zihnini toplayıp logaritma problemlerine, paragraf sorularına odaklanabilmesi ne kadar mümkün?

Diyelim ki odaklandı ve kazandı. Harika bir bölüme yerleşti. Peki ya sonra? Ekonomik krizin her geçen gün derinleştiği, mezun olduğunda iş bulma garantisinin olmadığı, bulduğu işin ise onu ne maddi ne de manevi olarak tatmin etmeyeceği bir düzende bu “başarı” ne anlama geliyor? O anlık sevinç, yerini ne kadar sürede derin bir kaygıya ve “Şimdi ne olacak?” sorusuna bırakır? Bu gençlerin emeğinin karşılığını alamayacakları bir gelecek ihtimali, kazanılan sınavı bile anlamsızlaştırmaya yetiyor.

Benim iki tane dünyalar tatlısı yeğenim var. Onları her gördüğümde içim ısınıyor ama hemen arkasından da buz gibi bir korku kaplıyor benliğimi. Kendi adıma bu dünyaya yeni bir can getirme sorumluluğunu almaktan korkuyorum, istemiyorum. Ama yeğenlerimin geleceğini düşünmek bile beni strese sokmaya yetiyor.

Acaba onlar büyüdüğünde nasıl bir dünyada yaşayacaklar? Bizim haberlerde izlediğimiz savaşların ortasında mı kalacaklar? Ya da daha temel sorunlarla mı boğuşacaklar? İçilebilir temiz suya ulaşmak lüks mü olacak? Bugün marketten kolayca aldığımız temel gıdaları bulmak için ekstra bir çaba mı sarf etmeleri gerekecek? Bu sorular zihnimi kemirip duruyor ve onlara umut dolu bir gelecek vaat edememek, bir yetişkin olarak omuzlarıma çöküyor.

Bu karmaşanın tam ortasında bir de kişisel çıkmazlarım var. Bir süredir çalışmıyorum ve dürüst olmak gerekirse iş bakmak dahi içimden gelmiyor. Neden mi? Çünkü biliyorum ki karşıma çıkacak iş ilanlarının çoğu, ruhumu emen, yaratıcılığımı körelten ve karşılığında üç kuruş maaş teklif eden pozisyonlar olacak. Geleceğin bu kadar belirsiz olduğu bir ortamda, ne maddi ne de manevi tatmin sunmayan bir işe her gün kendimi sürükleme fikri bile yoruyor. Sadece faturaları ödemek için yaşamak… Hayat bu olmamalı. Bu kısır döngüye girmektense, anlamsızlık hissi içinde sürüklenmek sanki daha “dürüst” bir seçenek gibi geliyor bazen.

İşte böyle… Bu blog, hayata dair tatmin duygumu artırmak için bir sığınaktı belki de. Ama görüyorum ki o bile içimdeki karanlığın bir yansımasına dönüşüyor. Belki de bu da iyidir. Belki de önce bu anlamsızlığı hep birlikte kabul etmeli, isyanımızı dile getirmeliyiz. Belki de bu hislerde yalnız olmadığımızı bilmek, bu gürültünün içinde birbirimizin sesini duymak, atılacak ilk adımdır.

Bilmiyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu