DUYULMAYAN SESLERHAYATA DAİR

Hayatın Tadı Neden Kaçtı Böyle? Bir İsyan Mektubu

Artık hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı, değil mi? Yemekler mi, insanlar mı, denizler mi, ormanlar mı, sanat mı, eğlence mi… Hiçbiri eskisi gibi değil. Sanki üzerlerine bir tül örtülmüş, bütün o parlaklıkları, o neşeleri çalınmış gibi. Nereden mi geldim bu konuya? Seyfi Dursunoğlu’nun “Huysuz ve Tatlı Kadın” programına taktım bu aralar. Kafamı dağıtmak, doya doya gülmek için rastgele bir bölüm açıp izliyorum. Ama izlerken en çok ne dikkatimi çekiyor biliyor musunuz? Seyirci!

Ah o seyirci… Ne kadar çeşitli, ne kadar renkli bir kalabalık. Kapalı teyzelerden, şarap kadehlerini tokuşturan genç kadınlara, takım elbiseli beylerden, salaş tişörtleriyle oturan gençlere kadar… Hepsi birbiriyle sohbet ediyor, kaynaşıyor, gülüyor. Kimsenin kimseyle bir derdi yok! En azından öyle görünüyor. Huysuz’u bilen bilir; müstehcen şakalarını, laf sokmalarını asla esirgemez. Ama günümüz insanlarının aksine, o seyirciler – her bölüm değişseler de – asla alınganlık yapmıyor, şakalara kahkahalarla gülüyor ve anın tadını çıkarıyorlardı. Ne güzeldi o günler, ne kadar doğaldı, ne kadar samimiydi her şey.

İşte tam da burada içim sızlıyor. Hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan o güzel özellikleri ne zaman kaybettik biz? Ne zaman oldu da şakalara sadece gülüp geçmek yerine, en ufak bir şey gurur meselesine, adeta bir kan davasına dönüştü? İnsan hayatı neden bu kadar ucuzladı, bu kadar zorlaştı? Herkes neden birbirini acımasızca yargılıyor da sıra kendisine gelince, duvarları aşılmaz bir boyuta getiriyor?

Artık insan linçlemek, sürekli kusur bulmak, uydurma bir mükemmelliği yansıtmak farz olmuş gibi. Birileri sanki hepimizi yapay birer robota çevirmeye yemin etmiş. Eskiden her kesimden insan bir araya gelir, ortak bir paydada buluşur, birlikte gülerdi. Şimdi ise en basit bir tartışma bile ayrışmalara yol açıyor. Bu nasıl bir değişimdi böyle?

En üzücüsü de ne biliyor musunuz? Bu özlediğimiz yıllar öyle yüzlerce yıl öncesi değil, sadece yirmi otuz sene öncesi! Çok kısa bir sürede bu kadar bozulduk. Sanki bir virüs gibi yayıldı bu tahammülsüzlük, bu nefret. Düzelmesi belki de yüz sene sürecek gibi duruyor ama bozulması bir nefeste gerçekleşti. Nasıl bu kadar çabuk unuttuk insan olmayı, birbirimize saygı duymayı, olduğu gibi kabul etmeyi?

Bir sitem bu benimki, bir haykırış. Neden böyle olduk? Neden bu kadar mutsuzuz, bu kadar öfkeliyiz? Hayatın tadı neden kaçtı, kim çaldı o neşemizi?

Yine de içimde bir umut kırıntısı var. Umut etmek, her zaman hayata bahar ışığında bakmak gibidir. Belki de bu yaşadıklarımız sadece kötü bir rüyadır ve yarın uyanırız. Umalım ki bir gün, herkesin kendini olduğu gibi yaşadığı, tüm farklılıklara rağmen gülüp eğlenebildiği, kahkahalarla yaşayabildiği o güzel günlere geri döneriz.

Ne dersiniz, bir gün bu kabus biter mi?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu