My Favourite Cake/En Sevdiğim Pastam Üzerine
Filmin en çok öne çıkan yanı, şüphesiz ki başrollerin sergilediği doğal oyunculuk ve yarattığı samimi atmosfer. Mahin ve Faramarz karakterleri o kadar içten ve gerçek ki, onları izlerken sanki gerçekten komşularınızın hikâyesine tanık oluyorsunuz. Yaşlı, yalnız bir kadının hayatına anlam katma çabası ve bu çabanın bir taksi şoförüyle kesişmesi, izleyiciyi hemen içine çekiyor.
Film, özellikle Mahin’in hazırlık aşamalarındaki telaşını, heyecanını ve yalnızlığını o kadar güzel yansıtıyor ki, onun o kısacık mutluluğuna ortak oluyorsunuz. Faramarz’ın ise olgun, sevecen ve hayatın zorluklarına rağmen umudunu kaybetmeyen duruşu, ona hemen sempati duymamızı sağlıyor. Yönetmen Meryem Moghadam ve Behtash Sanaeeha, bu iki karakterin naif ve bir o kadar da güçlü bağını incelikle işlemişler. Bu doğallık, filmin genel havasını tatlı ve içten kılıyor ve bu da filmi daha da unutulmaz yapıyor.
My Favorite Cake, tatlı ve masum bir hikâye anlatırken, arka planda İran toplumunun derinlerine işlemiş sosyal sorunlara da cesurca değiniyor. Film, ahlak polisinin hayatlar üzerindeki baskıcı etkisini, dinin insanları kısıtlamak için nasıl kullanıldığını ve kadınların toplumdaki zorlu yerini incelikle gözler önüne seriyor.
Mahin’in bir erkekle dışarı çıkma düşüncesinin bile ne kadar büyük bir risk taşıdığı, kadınların özgürce yaşama arzusunun nasıl bastırıldığı, filmin en can yakıcı noktalarından. Bu konuların işleniş şekli, izleyiciye “işte bu yüzden bu filmler önemli” dedirtiyor. Ne yazık ki bu acımasız gerçekler, sadece bir sinema filmi kurgusu değil, milyonlarca insanın günlük yaşamında karşılaştığı zorluklar.
Ancak, son dönemde İran sinemasının bu kadar popüler olması ve genel olarak aynı temaları benzer tarzlarda işlemesi, bende bir yaratıcılık buhranı endişesi yaratıyor. Tıpkı bir dönem Hollywood’da belirli konuların (Yahudi soykırımı, ırkçılık) otomatik olarak popüler olup ödüllendirilmesi gibi, İran sinemasında da bir “formül” oluşmaya başladı mı diye düşünmeden edemiyorum.
Bu demek değil ki bu filmler kötü. Tam aksine, içlerinde gerçekten harika ve dokunaklı eserler var. Ancak, bir süre sonra “otomatiğe bağlanmış” ve orijinal fikirlerden yoksun, klişe filmlerin bu temaları domine etmesi riskiyle karşı karşıyayız. My Favorite Cake gibi filmler bu riski ne kadar aşıyor ya da bu döngünün bir parçası mı, bu tartışmaya açık bir konu. Senaryonun güçlü yanları olsa da, bu filmin de daha önce izlediğimiz bazı İran filmlerindeki tematik benzerlikleri taşıdığını söylemek mümkün.
Gelelim filmin sonuna. Mahin’in 24 saatliğine bile mutlu olamaması ve Faramarz’ın trajik sonu, izleyiciyi gerçekten hayal kırıklığına uğratıyor. O kadar emek, o kadar hayal ve umut, sadece birkaç saatlik mutluluk için verilmişken, bunun bile elinden alınması içimizi acıtıyor.
Onların kendi küçük dünyalarında sonsuza kadar kimseye ihtiyaç duymadan, hayattan keyif alarak yaşamasını dilerdim. Bu, belki de gerçek hayatın acımasız bir yansıması. Yönetmenler, bize o kısa anın ne kadar kıymetli olduğunu göstererek, mutluluğun ne kadar kırılgan ve anlık bir şey olduğunu vurgulamak istemiş olabilirler. Ama bu, izleyici olarak bizim canımızın sıkılmasına engel olmuyor.
My Favorite Cake, tüm bu yönleriyle düşündüren, dokunan ve tartışmaya açık bir film. Peki sen bu filmin sonunda, o küçük mutluluğun bile ellerinden alınmasının, hikâyeyi daha etkileyici kıldığını mı düşünüyorsun yoksa mutlu bir sonun, filmin genel mesajını daha da güçlendireceğini mi?



